Venüs–Plüton açıları kadınlarda neden bu kadar yoğun deneyimlenir? Bu enerji neden hem arzunun hem korkunun adı olur?
Karanlık Çekim
Bazı insanlar, girdikleri ortamda dikkat çekmek için hiçbir şey yapmazlar ama herkes onlara bakar. Kimi zaman büyüleyici, kimi zaman tedirgin edici bir etki yaratırlar. Astrolojide bu tür bir yoğunluk çoğu zaman Plüton etkisiyle açıklanır.
İnsan, kendinde bastırdığı dürtüyle yüzleşmekten kaçtığı için, onu taşıyan kişiye hem hayran olur hem de ondan korkar. Karanlık çekim denilen şey aslında budur, “iki insanın birbirinin gölgesini fark etmesi”. Birinin ötekinde kendi yasak duygusuna denk gelmesi hali… Kiminde arzu, kiminde öfke, kiminde özgürlük. Bu karşılaşma baştan çıkarıcı olduğu kadar rahatsız edicidir çünkü insan, kendinde bastırdığı şeye bakmakta zorlanır…
Ancak bu etkileşim, özellikle kadınlar söz konusu olduğunda, çoğu kez yanlış yorumlanır. Erkek egemen kültür kadının parıltısını, bedenini, çekiciliğini, sezgisini ve derinliğini tehlike gibi görür. Çünkü kadını kontrol edemeyen bir patriyarka meşruluğunu yitirmek zorunda kalacaktır.
Karanlık çekim, öznenin “karanlık tipleri kendine çekmesi”nden önce, toplumun kadına kendi bastırdığı yönlerini yansıtmasıdır. Patriyarka bu enerjiyi çarpıtır. Çünkü patriyarka, gücü yani Plüton’u ancak hâkimiyet üzerinden tanır. Ancak Plüton enerjisi, bu tanımı bozan bir güç biçimine de işaret eder — içgüdüsel, sezgisel, görünmez.
Venüs–Plüton Açıları
Plüton doğası gereği aşırılık ve dönüşüm ister. Venüs Plüton’la temas ettiğinde, sevgi duygusunun kendisi dönüşümün aracına dönüşür. Bu yüzden bu açılar, insanın sevgiyle birlikte kendi karanlığını da tanımasını zorunlu kılar.
Venüs Plüton açıları için ilişki sadece duygusal değil, varoluşsal bir deneyimdir. Çünkü Plüton hayatta kalma içgüdüsünü yönetir sevgi onun için bir duygudan çok, güvenlik alanıdır. Kaybı kontrol edememek ölümle eşdeğerdir. İhtiyacı karşılanmadığında iltihaplanır, saplantıya dönüşür. Bu dinamik kader gibi hissedilebilir. Ancak bu bir travma ritüelidir, yani tutku adı altında kendini tekrarlayan bir yara…
Kadının bu tutkulara sığmayan derinliği, yalnızca kişisel bir mesele değildir. Onun arzusuna sınır koymaya çalışan düzen, aynı zamanda korkularını da besler.
Böylece Venüs–Plüton öznesi, aşkı aracılığıyla hem kendi karanlığını hem de toplumun kadına biçtiği rolleri tanır. Venüs Plüton’un tutkusu aslında bir kimlik mücadelesidir. Çünkü bu enerji, “kadın sadece sevilir” anlayışına karşı durur. Kadın burada seven, arzulayan, seçen taraf olarak da baskındır.
Bu tür bir yoğunluk, ilişkilerde güç dengesini sürekli sınar. Kadın derin bağ ister, partneri kontrolü elinde tutmak ister. Bu çatışma, her iki tarafın da bastırılmış yönlerini açığa çıkarır. Ve ilişki giderek toksikleşir.
Fakat Venüs–Plüton kadını için asıl mesele karşısındaki insan değil, kendi içsel güçlerini nasıl kullandığıdır. O saklı güçler bazen başkalarını cezbedebilir, bazen korkutabilir ama her seferinde hayatta kalmayı öğretir. Venüs Plüton açılarıyla doğanlar için aşk, romantik bir hikâye değil, her seferinde ölüp kendini yeniden doğurmanın dayanılmaz sancısıdır. Ama dönüşümün bedeli de vardır. Plüton, dönüşümü teslimiyetle ister fakat dönüşüme direnç uzun sürdükçe yıkım kaçınılmaz olur. Bu da gerçek sanılan aşkın karanlık yüzünü daha dürüst biçimde gösterir.
Bunu erken farkedenler için ise artık toksik aşk hikayelerinin ekseninde dönmeye gerek kalmaz.
Dayanışmanın Gölgesi
Kadınlar aynı acıları yaşamış, aynı baskıyı hissetmiş olmalarına rağmen, kimi zaman birbirlerinden uzak dururlar. Bu uzaklık, kötü niyetten değil toplumun kadınlara yüklediği rollerin içe işlemiş izlerinden kaynaklanır. Venüs–Plüton ve Ay-Plüton açıları burada devreye girer. Venüs ve Ay genel olarak kadınları bağ kurmayı, dostluğu, paylaşımı temsil eder. Plüton ise görünmeyen derinlikleri, gizli kıskançlıkları, sindirilmiş ve örtülmüş olanı yüzeye çıkarır. Kadın başka bir kadında kendi cesaretini, güzelliğini, bağımsızlığını ya da öfkesini gördüğünde, bu bazen hayranlık değil, içsel bir sarsıntı yaratır. Çünkü tüm bunları kendi ruhunda taşıdığı hâlde, onları yaşamasına izin verilmemiştir.
Bu yüzden kadınlar çoğu zaman birbirleriyle değil, içlerinde yabancılaştırılmış güçleriyle savaşırlar. Erkek egemen toplum, kadınları birbirine karşı kışkırtarak onları bölmeyi öğrenmiştir. Rekabet ve hiyerarşi, değer ölçüsüne dönüşmüştür. “Kadın kadının kurdu” denen vasat erkek söylemi aslında, kadınlığın parçalara ayrılmış hâlidir. Venüs ve Ay’ın Plüton’la temas ettiği haritalarda bu kendine/kadına düşmanlık daha belirgindir.
Bu döngü, kadınların birbirine değil, kendi bastırılmış gücüne yönelmiş öfkesinin tarihidir. Bu da bir tür travma ritüelidir. kuşaklar boyunca aktarılan sessiz bir cezalandırma biçimi…
Kırılma, suçluluğun yerini sorumluluğun aldığında, kadının artık başkalarının gözündeki yerini değil, kendi sesini sahiplenmeyi seçtiğinde başlar.
Bu öfke, düşmanlıkta değil, dayanışmada kendini onarabilir. Kadın kendi dışlanmış, reddedilmiş yanlarını tanıdığında, diğer kadınlardaki gücü tehdit değil, yankı olarak görmeye başlar. Bir kadının özgüveni artık diğerinin eksikliğine değil, ortak bir kuvvete dayanır. Kıskançlık yerini meraka, rekabet yerini birlikte hayatta kalma isteğine bırakır. O zaman Ay-Venüs–Plüton’un karanlık yüzü, kadınların birbirine gülümseyerek, şefkatle bakabildiği bir aynaya dönüşür — suçluluk taşımayan, ama geçmişin izlerini hâlâ hisseden bir aynaya…
Ay Plüton Açıları
Ay–Plüton açılarına sahip olanlar duyguları sezmekle kalmaz, onların kökünü de hissederler. Çevresindekilerin — özellikle ailesinin — bastırdığı suçluluğu, korkuyu ya da öfkeyi kendi bedeninde taşırlar. Kadın bu farkındalığı taşırken yalnızca kendi duygularını değil, annesinin, anneannesinin susturulmuş acılarını da taşır. Bu da bir başka travma ritüelidir, bedende konuşan bir tarih…
Bu fark çoğu zaman söze dökülmez fakat mide ağrısında, kasılmış bir omuzda, uykusuz gecelerde kendini belli eder. Başkaları bunu “fazla hassasiyet” diye yorumlayabilir fakat aslında bu, kadının içgüdüsel savunma sistemidir.
Tehlikeyi kelimelerden önce hisseder çünkü yüzyıllardır bunu yaparak hayatta kalmıştır. Kadının sezgisi bir uyarı mekanizmasıdır tıpkı karanlıkta yön bulmak için kulakları keskinleşen bir hayvan gibi, kadın da çevresindeki duygusal fırtınayı önce bedeniyle duyar. Fakat bu farkındalık, rahatsızlık yaratır. Çünkü sezgisel kadın kontrol edilemezdir. Bu yüzden güçlü sezgiler hep büyücülükle, “tehlikeli kadın” imgesiyle özdeşleştirilmiştir.
Oysa bu sezgi, kadının hem kendini hem dünyayı koruma biçimidir. Onun sezgisi tehlikeli değil, hayatta kalmanın hafızasıdır.
Ay Neptün Açıları
Ay–Neptün etkisinde bu duyarlılık daha da çözülür. Bilinç başkalarının duygularını kendi duygusu sanabilir. Sınırları belirsizleşir, merhamet ile kendini yok etme arasındaki çizgi silinir. “Fedakârlık” adı altında başkalarının yükünü taşır sessizliği sevgi sanır. Patriyarka bu hâli yüceltir çünkü böyle kadınlar sorgulamaz, sadece katlanır. Oysa gerçek şefkat, kendini başkalarının merkezinde yitirmeden sevmektir. Ay–Neptün kadını kendi duygusunu ayırt etmeyi öğrendiğinde, merhamet artık kendini kaybetme değil, varlığını genişletme biçimi olur.
Mars–Plüton: İstismar Mağdur, Kurban ve Fail
Mars–Plüton sert etkileşimleri, gücün yön bulamadığında nasıl yıkıcı hale geldiğini gösterir. Mars eylem isteğini, Plüton ise denetim arzusunu temsil eder. Bu iki enerji birleştiğinde baskılanan duygularla, tahakküm ve sahip olma dürtüsü ortaya çıkar. Etki yalnızca bireysel değildir, toplumsal düzeyde de çalışır. Erkekliğin kontrolsüz güçle özdeşleştirildiği kültürlerde bu enerji daha kolay şiddete dönüşür. Erkek de bu şiddet kültürünün mağdurudur. Erkek, duygularını bastırmaya zorlandığı için kendi yumuşak yanını düşman bellemiştir. Şiddet, o bastırılmış yumuşaklığın cehennemidir. Güç duygudan koptuğunda artık koruyucu değil, yok edici hale gelir.
Patriyarkal sistem erkekliğe duygusuz bir güç modeli sunar. Duygularını yok sayan erkek, sonunda patlayan öfke aracılığıyla kendini kanıtlamaya çalışır. Bu, bireysel bir öfke değil, kuşaktan kuşağa aktarılan bir öğrenmedir.
Kadın içinse Mars Plüton açıları farklı biçimde işler. Bastırılmış öfke dışarıdan gelen öfkenin hedefi haline gelir.
Astrolojide Mars–Plüton sert açıları hem failde hem mağdurda açıkça ve sıklıkla görülür. Fail gücü kaybetmemek için şiddet uygular, mağdur kendi gücünü tanımadığı için başkalarının şiddetine açık hale gelir.
Mars–Plüton’un en olgun ifadesi, gücün tek elde tutulamayacağını öğretir. Gerçek güç, kimseyi ezmeden, yoketmeden kontrol etmeden var olabilmektir. Kadın bu enerjiyi gerçekten tanıdığında artık dönüşümün taşıyıcısı olur. Gücünü korkuyla değil, bilinçle kullanmayı öğrenir.
Kadın nasıl bu enerjiyi dönüştürür?
Tüm bu enerjiler — Venüs’ün sevgisi, Ay’ın sezgisi, Mars’ın eylemi ve Plüton’un dönüştürücü gücü — kadının içinde bir bütündür. Onlar birbirine karşı değil, birbirini tamamlayan yönlerdir.
Şiddeti doğuran şey kadının enerjisi değil, bu enerjiden korkan kültürdür. Kadın kendi varlığını suç gibi taşımayı bıraktığında, utancı gerçek sahibine döndürdüğünde denge değişir. Bu dönüşüm, suçluluğun yerini merakın, kontrolün yerini tanıklığın almasıyla başlar.
Karanlık, kadının içinde bastırılmış her şeydir — arzusu, öfkesi, sezgisi, suskunluğu. Dönüşüm, bunları reddetmeden yeniden adlandırmaktır.
Artık kadının karanlığı bir tehdit değil, yeni bir bilincin başlangıcıdır.
Cesaret ve Umutla
