Dünya Astrolojisi ve Satürn Plüton Döngüleri: Tarihin Karanlık Eşikleri Soykırımlar ve Kolektifin Gölgesi


Dünya Astrolojisinin Mantığı ve Büyük Döngüler

Astroloji, gökyüzündeki hareketlerin yeryüzündeki olaylarla birlikte aktığını söyler. Bu, “gezegenler insanları yönetiyor” demek değildir. Daha çok gökyüzüyle yeryüzü arasında bir eşzamanlılık vardır. Mesela hava durumu raporu bize “yağmur ihtimali” der, ama yağmurun hangi damlasının başımıza düşeceğini söylemez. Dünya astrolojisi de böyle çalışır. Toplumların ve devletlerin hangi temalarla uğraşacağını, hangi dönemde hangi krizlerin veya fırsatların öne çıkacağını gösterir.

Bunu yaparken en çok yavaş ilerleyen gezegenlere bakılır. Çünkü onların hareketleri kısa günleri değil, uzun yılları ve kuşakları etkiler. Satürn düzeni, Neptün ise sınırların çözülmesini temsil eder. İkisi birleştiğinde, “gerçekle hayal” arasındaki perde açılır. Bu yüzden şimdilerde yaklaşan Satürn–Neptün kavuşumları tarih boyunca büyük toplumsal kırılmaların habercisi olmuştur.

Bu yüzden Satürn’ün Plüton, Neptün ya da Uranüs’le birleştiği veya çatıştığı dönemler tarihte her zaman dönüm noktaları olmuştur. Satürn–Plüton kavuşumları savaş, diktatörlük, kitlesel yıkım ve yeniden yapılanma süreçlerini işaret eder. Satürn–Uranüs, düzen ile özgürlük arasındaki çatışmayı görünür kılar, devrimler ya da isyanlar bu dönemlerde yoğunlaşır. Satürn–Neptün döngülerinde ise sağlık krizleri, inanç ve ideoloji tartışmaları öne çıkar.

Bunlara Uranüs–Plüton gibi daha şiddetli devrimsel açılar da eklenir. Onların ortak özelliği şudur: tarihsel akışta zaten birikmiş olan gerilimleri görünür kılarlar. Tek başına olay yaratmazlar, ama fitili ateşleyen kıvılcım gibi çalışırlar. Çünkü çok nadir gerçekleşirler. En nadir gökyüzü geçişleri en nadir rastlanır olayların kıvılcımı haline gelebilir.

Astroloji, geleceği kesin biçimde söylemez. Ama tarihteki örnekleri yan yana koyarak, benzer koşullar oluştuğunda hangi ihtimallerin güçlendiğini gösterebilir. Bu da toplumlara hazırlık yapma, farkındalık geliştirme ve bilinçle hareket etme fırsatı verir.

Satürn–Plüton ve En Büyük İnsanlık Suçları

Filistin’de yaşanan yıkımı anlamak için yalnızca bugüne bakmak yetmez. Tarihe dönüp baktığımızda insanlığın en karanlık anlarının hep Satürn ve Plüton’un sert buluşmalarıyla çakıştığını görürüz. Bu iki gezegenin temaları aslında çok açıktır. Satürn düzeni, otoriteyi ve yapı kurmayı temsil eder. Plüton ise ölümü, yok oluşu ve yeniden doğuşu simgeler. Bir araya geldiklerinde baskının ve yıkımın kolektif düzeye taşındığı, büyük felaketlerin kapı aralandığı dönemler ortaya çıkar.

1492’de Amerika kıtasında yerli halkların katliamı ve sürülmesiyle başlayan soykırım sürecinde Plüton Akrep burcundaydı. Ölüm ve dönüşümün gezegeni Plüton’un bu konumu tarihin en büyük kültürel ve demografik kırılmalarından birinin sembolü oldu.

1915’te Ermeni Soykırımı sırasında Satürn ve Plüton kavuşum yapıyordu. Bu açı tarih boyunca otoritenin mutlak güç ve yıkım enerjisiyle birleştiği anların işareti olmuştur. Toplumsal baskı, kıyım ve zorbalık çoğu kez bu döngüyle görünür hale gelir.

1975’te başlayan Kamboçya Soykırımı’nda Satürn Pluto’ya kare açı yapıyordu. Aynı zamanda Uranüs Akrep burcunda ilerliyordu. Bu göksel tablo hem ani patlamaları hem de kontrolsüz bir yıkım dalgasını işaret ediyordu. Sonuç milyonlarca insanın açlık, işkence ve infazlarla yok edilmesi oldu.

1992’de Bosna’da yaşanan Srebrenitsa Katliamı sırasında yine Satürn Pluto’ya kare açı yapıyordu. Aynı dönemde Uranüs ile Neptün kavuşumdaydı. Bu durum hem hayallerin ve inançların çözülüşünü hem de kaosun ortasında kalan kitlelerin çaresizliğini gösteriyordu.

Tüm bu örnekler insanlık tarihindeki en büyük soykırımların ve kitlesel yıkımların gökyüzündeki ağır döngülerle şaşırtıcı bir uyum içinde gerçekleştiğini ortaya koyuyor. Satürn ve Plüton’un kavuşum veya kare gibi sert açıları otoritenin gölgesinin en yoğunlaştığı ve güç mücadelelerinin ölümcül boyutlara ulaştığı anların habercisi gibidir. Bu dönemlerde yaşanan krizler yalnızca bireyleri değil bütün toplumları travmaya sürükler. 2020’deki Jüpiter/Satürn ve Plüton kavuşumu için de 3. Dünya savaşı öngörüldü fakat bunun yerine Covid milyonlarda insanın aniden hayatını kaybetmesine sebep oldu.

Astrolojik döngüler tarihin en karanlık anlarının gökyüzüyle birlikte insanlığın bilinçdışında da tekrar tekrar sahneye çıktığını hatırlatır.

Günümüzün Çatışmaları ve Satürn–Neptün Döngüsü

Tarih boyunca büyük kırılmaların ağır gezegen döngüleriyle çakıştığını gördük. Bugün yaşananlara baktığımızda aynı desenin yeniden belirdiğini söylemek mümkün. 7 Ekim 2023’te başlayan saldırılar ve ardından Filistinlilerin yaşadığı ağır yıkım, bu bakış açısının ne kadar somut olduğunu gösterdi. Satürn ile Neptün’ün giderek yaklaşan kavuşumu, yaşananların gökyüzündeki sembolik karşılığı gibiydi. Satürn düzen, sınır ve yapı arayışını temsil ederken, Neptün yanılsama, kaos ve çözülmeyi gündeme getirdi. Bu iki güç bir araya geldiğinde gerçek ile hayal arasındaki perde incelir ve toplumsal yapılar en derin sınavlarını verir.

İsrail’in “savunma hakkı” söylemiyle meşrulaştırmaya çalıştığı süreç, gerçekte kitlesel bir yok etme hareketine dönüştü. Bu noktada Amerika’nın rolü daha da belirginleşti. Fakat bu yeni bir durum değil. Amerika’nın tarihi en başından beri köleleştirilmiş Afrikalıların emeği, yerli halkların katli, sürülmesi ve kültürlerinin yok edilmesi üzerine kuruldu. Daha sonraki yüzyıllarda da Vietnam’dan Irak’a, 11 Eylül sonrası savaşlardan günümüze kadar birçok insanlık suçu işlendi.

Bugün İsrail–Filistin çatışmasına bakıldığında savaş suçları artık o kadar açık ki, siyaset, medya ve kültürel söylemler içinde neredeyse normalleşmiş durumda. Amerika ise bu noktada sadece destek vermekle kalmıyor, aynı zamanda halkların kaderini yönlendiren bir güç olarak öne çıkıyor.

Göz önünde bir soykırım ve Kolektif Ruh

Tarihsel örnekler bize Satürn ve Plüton’un sert buluşmalarında insanlığın en karanlık suçlarının ortaya çıktığını gösteriyor. Bugün ise bu suçlar artık gizlenemez durumda. Soykırım herkesin gözleri önünde gerçekleşiyor. Sosyal medya çağında görüntüler, sayılar ve ölü bedenler birkaç saniye içinde herhangi bir telefondan izlenebiliyor.

Yine de insanlar bunu inkâr edebiliyor ya da destekleyebiliyor. Bu durum bireysel akıldan çok, topluluk psikolojisinin işleyişini açığa çıkarıyor. İnsanlar bir grubun parçası olduklarında, normalde asla kabul etmeyecekleri şeyleri kolaylıkla onaylayabiliyorlar.

Psikolojide Jung’un geliştirdiği “gölge” ve “kolektif bilinçdışı” kavramları bu noktada önem kazanır. İnsanların bastırdığı karanlık yönler yalnızca bireysel hayatlarında değil, toplumların kaderinde de ortaya çıkar. İsrail–Filistin çatışması bu açıdan incelendiğinde, devletlerin ve toplumların kendi gölgeleriyle yüzleşmekten kaçındıkları görülür.

Bu bakış açısı, 1948’de İsrail devletinin kuruluşuyla birlikte doğacak tehlikeleri anlamaya da imkân tanır. O dönemde birçok düşünür, Arap halkıyla kaçınılmaz bir gerilimin yaşanacağını dile getirmişti. Holokost sonrasında totalitarizm üzerine yaptığı analizlerle tanınan Hannah Arendt de bu gerilimi görmüş ve İsrail’de yükselen milliyetçiliğin tehlikelerine dikkat çekmişti.

İsrail’in Doğum Haritası ve Satürn–Plüton’un Gölgesi

Jung’un “kolektif gölge” kavramıyla açtığımız çerçeve, astrolojik düzlemde de dikkat çekici paralellikler taşıyor. İsrail’in kuruluşu, İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından Aslan burcunda gerçekleşen Satürn–Plüton kavuşumunun etkisi altında oldu. Bu göksel hizalanma, tarih boyunca büyük savaşların, diktatörlüklerin ve kitlesel yıkımların işareti olarak görülmüştür.

İkinci Dünya Savaşı’nın kendisi zaten Satürn–Plüton döngüsünün en çarpıcı örneklerinden biridir (Satürn Boğa’ya geçerken ve Aslan’daki Plüton’u karelerken başladı). Baskıcı rejimler, zulme uğrayan kitleler, ırksal saflık takıntısı ve fanatik şiddet… Bu iki gezegenin karşılaşması enerjisi o yıllarda adeta yeryüzünde vücut bulmuştu.

İsrail devleti, Holokost’un hemen ardından, tam da bu ağır göksel gölge altında doğdu. Bu tesadüf ya derin bir kozmik ironi ya da insanlık için öğretici bir ders niteliğinde. Çünkü İsrail’in sonraki yıllardaki politikaları, zaman zaman kendi kuruluşuna zemin hazırlayan felaketin ürkütücü benzerliklerini taşıdı.

Kurulduğu andan itibaren Filistin halkı sistemli biçimde yerinden edildi ve yok oluşa sürüklendi. Başlangıçta güvenlik ve kimlik arayışı olarak sunulan proje, zamanla sömürgeci ve yayılmacı bir programa dönüştü. Bugün bu süreç, 2020’deki Satürn–Plüton kavuşumundan yalnızca birkaç yıl sonra, artık çok daha kanlı ve geri dönüşü olmayan bir sona doğru ilerliyor.

İsrail’in kuruluşunu Satürn–Plüton’un gölgesi altında değerlendirdiğimizde, akla şu soru geliyor. Nasıl olur da zulme uğramış olan, fırsat geçtiğinde aynı zulmü başkasına yapar?

Kurbanın Fail Olma Riski: Enantiodromia – Zıddına Dönüşmek

Bu sorunun cevabını anlamaya yardımcı olan kavramlardan biri “enantiodromia”dır. Sözcük eski Yunancadan gelir. Enantios “karşıt” demektir, dromos ise “yol” ya da “akış.” Yani tam anlamıyla “zıddına koşma” ya da “karşıtına dönüşme”dir. Bu kavramı ilk kez MÖ 5. yüzyılda filozof Herakleitos kullandı. Ona göre evrende her şey sürekli değişir. Bir şey kendi uç noktasına vardığında, kaçınılmaz olarak karşıtına dönüşür.

Jung bu fikri psikolojiye uyarladı. Enantiodromia’ya göre bir şeye aşırı direnç gösterdiğinizde, farkında olmadan ona dönüşme riski taşırsınız. İsrail’in tarihi maalesef bu paradoksun en çarpıcı örneklerinden biridir.

Bir toplum kendi gölgesini inkâr ettiğinde, yani “biz hep mazlumuz, biz asla zalim olmayız” diye kendini tanımladığında, bastırılan o gölge er ya da geç geri döner. Dün kurban olan, kendi yarasıyla yüzleşmezse yarın fail olabilir.

Bu yalnızca İsrail’in hikâyesi değildir. Tarih boyunca defalarca görüldü. Sömürgeye uğramış halkların başka halkları sömürgeleştirmesi. Soykırımdan sağ çıkanların, kendi ulusal projelerinde başka toplulukları yok sayması. Ve bireysel düzeyde, şiddet görmüş birinin, şiddeti çözüm sanarak başkasına uygulaması.

Plüton’un Keşfi, Psikanalizin Yükselişi ve Hitler

Plüton’un 1930’da keşfi, aynı yıllarda Hitler’in yükselişi ve Nazi rejiminin güç kazanmasıyla çakıştı. Bu aşamada Plüton’un keşfi ile dünyada öyle bir enerji açığa çıktı ki, yalnızca ekonomi ya da siyasetle açıklanamayacak kadar derin ve karanlıktı. İnsanlığın bastırdığı, görmezden geldiği “kolektif gölge” adeta patladı.

Nazi Almanyası ve Kolektif Karanlık

Plüton’un keşfiyle birlikte açığa çıkan gölge enerjisi, tarihin en korkunç deneylerinden biri olan Nazi Almanyası’nda kendini gösterdi. Elbette insanlık tarihinde birçok katliam, cadı avı ve soykırım yaşandı. Ama Nazi Almanyası farklıydı. Çünkü burada kitlelerin en ilkel korkuları ve arzuları bilinçli biçimde manipüle edildi. İnsanlar yalnızca ordularla değil, aynı zamanda psikolojik yöntemlerle, bir tür kitlesel hipnozla yönlendirildi.

Bu tablo Plüton’un sembolik anlamlarıyla şaşırtıcı bir uyum içindeydi. Güç, kontrol, ölüm ve karanlık dürtüler… Plüton bütün bunları temsil eder. İnsanlık kendi karanlık yanını bastırdıkça, o gölgede birikir ve daha tehlikeli bir şekilde geri döner. 1930’larda yaşananlar, Plüton’un bu mekanizmasını çıplak biçimde ortaya koydu.

Astrolojik açıdan bakıldığında Plüton’un keşfi, Nazi Almanyası’nın yükselişi ve psikanalizin gelişimi aynı döneme denk geldi. Bu eşzamanlılık bir rastlantı gibi görünse de, aslında insanlığın ruhsal bir krize girdiğini simgeliyor. Plüton’un etkili olduğu dönemlerde, bilinçdışının kapıları zorla açılır. Korkunç olayların patlak vermesi, hem bireysel hem de toplumsal bilinçdışından kopuşun işareti olur. Jung’un dediği gibi, “dışarıda” gördüğümüz şey aslında içimizde olanın yansımasıdır. Toplum düzeyinde büyük bir kriz yaşandığında, bu kolektif ruhun kritik bir kopuş noktasına geldiğini gösterir.

Modern Çağın Sinsi Totalitarizmi

Nazi Almanyası’nda açığa çıkan kolektif gölge, bize yalnızca geçmişi değil bugünü de anlamak için bir anahtar sunuyor. Çünkü totalitarizm sadece “sert bir diktatörlük” değildir. Modern çağda çok daha sinsi ve görünmez biçimleri ortaya çıktı.

Hannah Arendt’in anlattığı gibi, Naziler bunun ilk örneğini gösterdi. Devasa bürokrasi ağları, yeni gözetim yöntemleri ve teknolojinin sunduğu imkânlarla toplumu baştan sona kontrol ettiler. İnsanların iş hayatından özel yaşamına kadar her şeye müdahale edildi. Bu düzenin en belirgin özelliği ise sürekli yalan söylemekti. Gerçek öyle ustaca çarpıtılıyordu ki, insanlar doğruyu yanlıştan ayıramaz hale geliyordu. Bugün “gaslighting” dediğimiz şeyin en büyük örnekleri orada yaşandı.

İsrail’i tam anlamıyla bir totaliter devlet diye nitelemek doğru olmayabilir. Fakat totalitarizmin pek çok özelliğini taşıdığı açık. Filistinlilerin ve diğer Arap grupların sürekli gözetim altında tutulması, hareket alanlarının kısıtlanması ve günah keçisi ilan edilmeleri bunun göstergeleri. Bugün Holokost’a benzer bir vahşetin Gazze’de yeniden yaşanabilmesi ve dünyanın bir bölümünün bunu destekleyebilmesi, modern çağın toplumsal kontrol yöntemlerinin ne kadar derin bir psikolojik boyut kazandığını gösteriyor.

Karşıtına Dönüşmek

Totalitarizmin en sinsi yanı, yalnızca dışarıdaki düşmanları kontrol altına almak değildir. Asıl tehlike içeridedir. Bir insan ya da toplum bir fikre aşırı takıldığında, aslında kendi içindeki karşıtlığı bastırıyordur. Yani, bir şeye ne kadar karşı çıkarsan, o kadar ona dönüşme riskin vardır.

Bunu basit bir örnekle görebiliriz. Gerçekten ateist olan biri “Tanrı yok” der ve yoluna devam eder. Ama biri sürekli bağırıp çağırarak “Tanrı yok!” diye savaş açıyorsa, bu onun içinde hâlâ o kavramla uğraştığını gösterir. Bastırmaya çalıştığı şey, bilinçdışında yaşamaya devam eder.

Toplumsal olaylarda da mekanizma aynıdır. Bir grup ya da inanç tamamen yok edilmeye çalışıldığında, aslında hedef dışarıdaki o grup değildir. Bu, toplumun kendi içindeki parçayla hesaplaşmasıdır. Bastırılan şey, şiddet ve yok etme isteği olarak dışarı yansır.

Modern bilimsellik de benzer bir çelişki barındırır. İnsanlığın yaratıcı, sezgisel ve ruhsal yönü “irrasyonel” diye bastırılır. Oysa bu taraf yok olmaz. Jung’un söylediği gibi, gölgeye ne kadar itilirse, o kadar saldırgan ve yıkıcı biçimde geri döner.

Bugün Gazze bu döngünün bir kırılma noktasıdır. Orada yaşanan soykırımın gerçeği artık gizlenemiyor. Sosyal medya sayesinde birkaç saniyede dünyanın her yerine ulaşan görüntüler, inkâr edilemez bir hakikati gözler önüne seriyor. Bu gerçek daha fazla ana akıma girdikçe, şimdiye kadar İsrail’in “kendini savunma hakkı” söylemini destekleyen siyasetçiler ve medya yorumcuları geri adım atmak zorunda kalacak.

Bu gidişat tam da Satürn–Neptün döngüsünün doğasına uygundur. Bu döngü, yanılsamaların dağılmasını ve otoritelere dair hayal kırıklıklarının açığa çıkmasını getirir. Şubat 2026’ya yaklaşırken bu uyanış dalgası büyüyecek. Gerçek daha görünür olacak, göz boyamalar ise çözülecek.

Son olarak…

Yaşananlar yalnızca dışarıdaki olaylar değildir. Aynı zamanda evrenin ve insanın içindeki daha büyük güçlere bir uyanıştır. Bugünkü materyalist bakış açısı bu güçleri reddeder, gizler ve görmezden gelmemize yol açar. Jung’un asıl amacı bunu hatırlatmaktı. Ona göre insanın iç dünyasıyla evren arasında bağ vardır. Psikolojik olan aynı zamanda kozmiktir. İnsan benliği daha büyük ve birbirine bağlı bir bütünün parçasıdır.

Plüton’un karanlık yüzü ve Satürn’ün dış gezegenlerle yaptığı sert birleşmeler, aslında bizim kültürel ve kolektif psikolojimizdeki kutuplaşmaları yansıtır. Bu göksel çatışmalar, yeryüzünde baskı, yıkım ve yeniden yapılanma olarak açığa çıkar.

Bugün Gazze’de yaşanan soykırım, sadece bölgesel bir çatışma değildir. Kolektif ruhun karanlıkla bir kez daha yüzleşmesidir. Bir topluluk kendi gölgesini tanımadığında, bir sonraki döngüde zalime dönüşebilir. Bu risk herkes için vardır. İnsanlık için tek çıkış yolu, kendi kör noktalarına bakmak ve onları kabullenmektir.

Plüton’un sembolü tam da budur. Korkutucu olsa da bizi görmezden geldiğimiz karanlıkla yüzleştirir. Bu yüzleşme olmadan özgürlük bir yanılsamadan ibarettir. Ama karanlıkla yüzleşmek, hem bireysel hem de kolektif düzeyde gerçek dönüşümün kapısını açar.

Gazze’de yaşanan ve dünyaya yayılan acı, yalnızca yıkımın değil, aynı zamanda merhametin ve şefkatin ne kadar hayati olduğunu da hatırlatıyor. Karanlıkla yüzleşmek, kalbimizi kapatmak değil, tam tersine kalbimizi daha çok açmak zorunda olduğumuzu gösteriyor. Eğer insanlık gerçekten dönüşecekse, bu yalnızca gölgeyi tanımakla değil, aynı zamanda birbirimize duyduğumuz şefkatle ve empatiyle mümkün olacak.

Cesaret ve Umutla

dünya astrolojisi, satürn plüton kavuşumu, satürn neptün döngüsü, uranüs plüton açıları, insanlık tarihi astrolojisi, filistin soykırımı astrolojik analiz, israil doğum haritası, jung kolektif gölge, enantiodromia, astrolojik döngüler, plüton keşfi, psikanaliz astrolojisi, nazi almanyası astrolojik göstergeleri, gazze astrolojik sembolizm, satürn neptün kavuşumu 2026, kolektif bilinçdışı, insanlık gölgesi, plüton etkisi, totalitarizm astrolojik yansımalar, modern çağ astrolojisi

İlk kez HT Hayat’ta yayınlanmıştır


Astrolojik Danışmanlık Hizmetleri hakkında bilgi almak için ziyaret edebilirsiniz.


Related Posts